Türk yazarlar ve siyaset

İfade özgürlüğü yasal güvence altında bulunan toplumlardaki yazarların büyük bir avantajı var: Eğer kendileri isterse, diledikleri kadar apolitik olabilirler. Oysa, Türkiye’de bu neredeyse imkânsız. Çağdaş Türk yazarları ülkelerinde olup bitenlere karşı sessiz kalmıyor ve kaygılarını açıkça dile getirime cesaretini sergiliyor.
Son günlerde Türkiye’nin birçok şehrinde Kobani’ye saldıran IŞİD’ı protesto amacıyla yürüyüşler yapıldı. Dört gün içinde 35 kişi hayatını kaybetti. Kobani’ye destek eylemleri nedeniyle yaşanan şiddet olaylarının ardından, 5 ilde saat 18’den sonra sokağa çıkmak yasaklandı. Sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar içimizi kanattı. Polis protestoculara gaz bombası ve basınçlı suyla müdahale etti. Dün de geçen yılki Gezi Park olaylarında dövülerek öldürülen 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz davasının duruşması vardı. Ali İsmail için adalet isteyenler sokaktaydı. Bu aktardıklarım, şu anda Türkiye’deki manzaranın bir yüzü. Diğer yüzünde ise bambaşka bir mesele duruyor: Türkiye’ye Suriye’den gelen mülteci sayısının 1,5 milyonu aştığını belirtiliyor. Ülke yanıyor. Ve dünyanın geri kalanı şaşkın bir biçimde izliyor.

Mario Levi, birkaç gün önce kutlanan Kurban Bayramı için Twitter’da şunu yazdı: “Bazen sözler gereksizdir. Keşke bayram coğrafyamızın tüm çocukları için bayram olsaydı.” Latife Tekin ise görüşlerini “Bugün günlerden #AliİsmailKorkmaz“ ve “#HerYerKobaneHerYerDirenis” gibi hashtaglerle ifade etti. Elif Şafak’ın Twitter hesabında paylaştığı cümleler ise şöyleydi: “‘Hayatta öyle şeyler vardır ki insan yaşamadığı halde, hatırlar…’ Dağ Dili’ni yazan & bugün doğan Harold Pinter’i anıyoruz #kobani”. Buket Uzuner “UMUTsuzluk, gençlik için intihardır” sözüyle Türkiye’nin şu anki durumunu isabetli biçimde özetleyen sarsıcı bir metafor kullanmıştı. Ve Ahmet Ümit daha ötesine geçti: “Ölen ben, öldüren ben. Vahşetin sonucu yine vahşet. Yeter artık bitsin bu kin, bitsin bu öfke, bitsin bu nefret…”.

Nereye ve nereden bakılsa Türkiye’de dert bitmiyor. Orada yaşamayanlar, insanların nelere tahammül etmek zorunda kaldıklarını tahmin edemez. Günlük hayat, uzaktan izlerken bile bitmeyen bir kâbusu hatırlatıyor. Yeryüzünün bu parçasında ölüm çoktan hayatın bir parçasına dönüştü. Gazetelerin başlıklarına göz atmak bile bunu anlamak için yeterli: “Kobani eylemlerinde ölü sayısı giderek artıyor”, “Karanlık el: Olaylar durulmuyor… Ölü sayısı 35’e çıktı”, vs.

Umut giderek azalıyor. Bundan 28 yıl önce yayımlanan Mehmet Eroğlu’nun Yarım Kalan Yürüyüş romanındaki bir ifade, bugün de geçerliliğini koruyor: “Acının dili yoktur. İnsan ya da hayvan, fark etmez; hepsi aynı biçimde bağırır.”
Türkiye son günlerde yüksek sesle bağırıyor. Ülkenin yazarları da belki tarihin bu noktasında, gün geçtikçe ağırlaşan bu yükü, kelimelerle nasıl taşınacak bir hale getireceklerini sorguluyorlardır. Fakat ümitlerini yitirmiyorlar. Ve sesleri net duyuluyor. Muhtemelen başka ülkelerde olduğundan çok daha güçlü.

© Mine Krause/İngilizce’den çeviri: Çiğdem Toker

Leave a comment