İçimizdeki “deli ben”: Murat Gülsoy’un Karanlığın Aynasında romanı

murat gülsoy 1
© Mine Krause

“Dalgalar sahilime vuruyor/ Hayatımı değiştiriyor dalgalar.”

Murat Gülsoy’un Karanlığın Aynasında romanında, bu şarkı sözleri kahramanın peşini bırakmıyor. Derin anlamı ise ancak kitabın sonuna doğru anlaşılıyor. Bir hastanede çalışan doktor Orhan, acil serviste panik atak yaşayan tiyatro oyuncusu Ece ile karşılaşıyor. Sıradışı görünmeyen bu aşk hikâyesi bir süre sonra kahramanın yavaş yavaş deliliğe doğru ilerleyen bir ruhsal yolculuğuna dönüşüyor. “Hayatını değiştiren dalgalar”ın hareketlerini belirleyen sadece Ece değil; Orhan’ın deli kuzeni Sarp da “Biz bir romanın içindeyiz” sözleriyle önemli bir rol oynuyor bu gelişmede.

Ece’yle başlayalım: Bir tiyatro oyununda kendi annesinin kıyafetlerini giyen ve böylece onun kaderini canlandıran Ece. Hastabakıcı Mine’nin kızı Ece. Gayrımeşru çocuk olduğunu erken anlamış olan ve babasına karşı intikam duyguyla dolup taşan Ece. Bu kadının hayatı bir sahne. Çocukluğunda yaşadığı travmalara ancak böyle tahammül edebiliyor çünkü. Orhan’la tanışmasının nedeni kötü hatıralarının birikmesinin yol açtığı panik atak. Orhan Ece’nin farklı farklı kimliklerini hastanede, tiyatroda, Ah-bu-ne-dünya-kardeşim-Tavernası’nda ve evde izlerken ona âşık oluyor. Murat Gülsoy’un anlatma tarzını tanıyan, gerçeğin ve kurgunun, rüyanın ve hakikatin beklemediğimiz anlarda iç içe girebildiğini biliyor. Hikâyenin içine kahramanın arzuları ve düşleri karışıyor zaman zaman, ve okur bu hayal dünyalarının içinde buluyor kendini.

murat gülsoy 2
© Mine Krause

“Hastabakıcının kızı”, bir gece Orhan’a acı geçmişini anlatıyor. Bedenini sevişirken yakından gördükten sonra, göğsündeki akrep dövmesinin hikâyesini de öğreniyor Orhan. Âşık olduğu kadının iç dünyasının bir parçasını kendisi yaşarmış gibi oluyor Ece’yi dinlerken. Ece ise bir terapi seansındaymış gibi paylaşıyor hayatının detaylarını. Ve bir gün aniden ortadan kayboluyor. O gün Orhan’ın “sahiline dalgalar vuruyor”. Düşünceleri ve duyguları altüst oluyor ve varoluşunu sorgulamaya başlıyor. Zaman geçtikçe ve Orhan’ın ruhsal yolculuğu ilerledikçe, Ece bir rüyanın parçasına dönüşüyor sanki.

Karanlığın Aynasında bir yandan Ece’nin ve Orhan’ın hikâyesini anlatırken, diğer yandan da Orhan’ın deli kuzeni Sarp ile kurduğu ilişkisini ele alıyor. Sarp’a psikiyatrların şizotipal kişilik bozukluğu teşhisi koyduğu, gerçeği algılamakta zorluk çeken bir insan. Fakat bu romanda çok net ortaya çıkan bir tespit belki de şu ki: Herkes kendi gerçeğiyle ve kendine göre gerçek olan dünyada yaşıyor. Söz konusu olan kimin neye göre deli ya da normal olduğu. Bütün gün hastalarla ilgilenen, “normal” görünen Orhan, romanın sonuna doğru takıntılarından kurtulamayarak Sarp’tan daha mantıksız davranıyor neredeyse. Mesleği için gereken analitik düşünme tarzı birden bire yok oluyor. Hastalandığının farkında, kendi halini görmemek için evin aynalarına bakmaktan çekinmesi boşuna değil. Kendi ruhsal karanlığını hissetse de, dibe vuruşunu yakından izlemek istemiyor. İçkiyle gerçeği unutmaya çalışırken, gün içinde absürt faaliyetlere ve rüyalara dalıp kimliğini değiştiriyor: Kâh Ece’ye dönüştüğünü, onun bedenine girdiğini fark ediyor ve bu bedenden kurtulmaya çalışıyor kâh kendi yaşadıklarını film seyreder gibi uzaktan izliyor.

Orhan’ın, Ece’nin ve Sarp’ın kaderleri birbirine bir bakımdan benziyor: Üçü sürekli gerçekler ve hayaller arasında geziyor. Kimliği belli olmayan hassas insanlarla karşı karşıyız. Her duyarlı insan da bazı anlarda deliliğe yakın. Murat Gülsoy bu romanda “normal” ve “deli” arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu, “normal ve deli hallerimizin” ölüm ve zaman algımızın üzerindeki etkisini de çok etkileyici bir şekilde gösteriyor.

Ne gerçek, ne kurgu? Belki de hepimiz bir romanın içindeyiz. Biri hayatını kendi yazarken, diğerinin hayatı başka insanlar tarafından yazılıyor. “Dalgalar sahilime vuruyor/Hayatımı değiştiriyor dalgalar…” Bu (gerçek olmayan) şarkının melodisini duymuş gibi oldum. Ve romanın son sayfasına geldiğimde, benim de hayata bakışımın değiştiğini fark ettim. Bana hediye ettiği bu çok yönlü kitabı için Murat Gülsoy’a candan teşekkür ederim.

 

Paris, 14/02/2016          © Mine Krause

Leave a comment